Bu Blogda Ara

31 Mart 2012 Cumartesi

Onurlu Bir Savaş - Burak Tekiner

Yazmanın şerefli bir ödev olduğu bilinciyle sıralamak cümleleri… Dahası da İsmet Özel’in dediği gibi ‘‘korkulur ki bu satırların devamında okuyacaklarınız şimdiye kadar bozulmadan koruya geldiğiniz rahatınıza musallat olacaktır.’’ Ben de bu satırları keyifle okuyacağınızı söyleyemeyeceğim elbette. Omzumuzdaki yük, sorumluluk artacak belki de. Her ne kadar o yükü o sorumluluğu hakkı ve lâyıkiyle üstlenemesek de bilincinde olmak da önemlidir. Emperyalizmin kıskacından, emperyalizmin zincirinden, modernizmin kafesinden kurtulmak. Özlemini duyduğumuz, mücadelesini verdiğimiz mert bir edebiyat… Bir cümle kurduğumuz zaman dünyanın değişeceği hissi... Bir şeyleri anlatma sancısı… Aslında Hz. Mevlana’nın fihimafihi’nde anlattığı sancı: Meryem validemiz ağır doğum sancıları ile yanında bulunan incir kütüğüne tutunmak zorunda kalıyor. İşte o anda kuru incir kütüğü yeşeriveriyor. İşte bu vakıaya telmihen Hz. Mevlana diyor ki; ‘‘ Eğer içinizde böyle bir ızdırap(aşk) mevcutsa, er veya geç sizinde İsa’nız doğar’’ İşte bir gün, içimizde kurduğumuz bu dünya dışarıda da kurulacaktır elbet. Evet, yazmak şerefli bir ödev ise yazmaya devam!

Nureddin Topçu Yarın ki Türkiye’sinde ‘‘Anadolu’nun kurtuluş savaşı ruh cephesinde henüz yapılmadı’’ der . Hemen ardından; henüz yerlerde sürünen Türk- İslam ruhunu tutup kaldıracak bir iradeden söz eder. Ne kadar ilginç ki paltomuzu elimizde taşırken bir ucu yerde sürünse kendimize kızarız. Tabi ki yerlerde sürünen paltoyla yerlerde sürünen bu asil ruhu kıyaslamak acizlik olur. Aslında en büyük acizlik; bu kıyasa mecbur bırakılmaktır. Mecbur olduğumuz şey bu değil bayım! Mecbur olduğumuz bu muştu, bu nefes, bu ruh!
Şimdi bize düşen; yıllardır bu memlekette bu ruhu bizlere hatırlatan mütefekkirlemize kulak vermektir. Mehmet Akif’in bahsettiği Çanakkale’deki asil duruşu sembolize eden Asım’ın Neslinden, Büyük Doğu’dan, yedi güzel adamdan, Nurettin Topçu’nun bahsettiği hareket neslinden, ne kadar nasiplendik? Ve tabi ki Sezai Karakoç’un Diriliş neslinden ne kadar haberdarız? Mona Rozayı dillerden düşürmezken diriliş türküsü niye dillendirilmez… Yerlerde sürünen o ruhu teslim almamız gerekirken niye teslim oluruz modernizme.

Şimdi bize düşen; usulca ayağa kalkıp üstad Nurettin Topçu’nun bahsettiği bu cephede yerimizi alarak insan haysiyetine yakışır şekilde onurlu bir savaş vermektir. Şimdi bize düşen; Modern çağın tanrıya meydan okuduğu bu zamanda yaratıcımıza sığınmak! Her gün biraz daha yaşanılmaz hale gelen bu dünyada, yaşanılabilir bir dünya düşlemek! Allah’ın hakikatlerinin yerini, kişilerin hakikatlerinin aldığı bu çağda teslimiyet diyebilmek!

Şimdi bize düşen; her gün bir kez daha yenildiğimiz bu topraklarda yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer düşlemek! Herkesin kendini ateşe attığı bu çağda gemileri ateşe vermek! Diri hayaller kurmak! Evet diri hayallerimiz olsa… Her sabah uykudan kalktığımızda başka bir dünyaya doğar gibi uyansak. Yeni bir dünyaya… Bu dünyamızda; hep birlikte dillendirsek: Hani hoca efendiler buyurun aşk ile diyerek şehadet getirtir ya işte tam böyle… Aynı heyecanla, aynı ritim, aynı ahenkle: Öz(ü)gürlük, adalet, diriliş ve direnişi dillendirsek. Birlikte hayal kursak. Sadece birlikte hayal kurmasak, düşmanlarımız da ortak olsa! Tek yürek olsak. Tek bilek, aynı yumruk. İslam dünyasının kalbindeki yara biraz hafiflese. Yüzünü batıya dönen bütün insanlar neler kaybettiklerini hatırlasalar. Artık herkes anlasa: ‘‘Zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok!’’Ve şimdi; Üstad Nurettin Topçu’nun çağrısına kulak verelim : ‘‘Duygu ve ideal sahasında sahipsiz bırakılmış Anadolu çocuklarını, Anadolu’nun yanık bağrında bir bayrak altında toplanmaya çağırıyoruz’’


Burak TEKİNER


NOT: Bu yazı Edebi Müdahale Dergisinin 6. Sayısında yayınlanmıştır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder