
Otogar bir hayli kalabalıktı. Üstelik sürekli gelen ve giden otobüsler, bir yandan yolcuları indirirken bir yandan da yeni bir seyahatin hazırlığını yapıyorlardı. Ahmet, otobüsün ön kapısından adımını atar atmaz kendini bu hengamenin içinde buldu. Hazır yolculuk bitmişken bir keyif sigarası içmek isteyen muavinin yanına gelip, bagajdan çantasını almak istediğini söyledi. Muavinde tam bu sırada yeni yeni çekmeye başladığı sigarasının keyfini çıkarmaya başlamıştı. Ahmet'e yönelerek rahat bir tavırla:
-Tamam gardaş, hele şu sigaramı bir bitiriverem de bagaj işi kolay. Servis için acele ediyorsan acele etmene gerek yok.. Bir otobüs daha gelecek onunda yolcularını da alıp öyle kalkar.
-Yok ağabey, akrabam alacak beni. Acele etmemin sebebi çantalar karışmasın diye korkuyorum.
-İyi hadi gel bakalım. Göster şu çantanı da vereyim.
Keyif sigarasından bir iki defa daha çektikten sonra yere atan muavin, Ahmet'in gösterdiği çantayı verdikten sonra:
-Haydi geçmiş ola.
-Sağolasın ağabey.
Ahmet, gözleriyle şöyle bir etrafı süzdü. Bahattin Amcasına bakındı. Göremeyince aklından çeşitler sorular geçti. Acaba ineceğim saati yanlış mı anladı yoksa bir işi mi çıktı ? Bakışlarına yavaş yavaş hüzün çökmeye başlamıştı ki Bahattin Amcasını yazıhaneden ağır adımlarla kendisine doğru ilerlerken gördü. Gözlerindeki hüzün bir anda kayboluverdi. Hemen amcasının eline uzanıp elini öpmek istedi. Amcası da çantaya uzandı. Ahmet besbelli yol yorgunuydu, çanta ile birlikte ayakta zor duruyordu. Çantayı vermek istemese de amcasının ısrarları sonucu çantayı amcasına bırakmak zorunda kaldı. Bir taksiye atladılar. Takside ufak da olsa bir muhabbet başladı.
-Anan baban nasıl Ahmet ?
-İyiler amca, hepsinin selamı var.
-Aleykümselam. Kaç gün kalacaksın burada ?
-Beş, altı gün içinde inşallah işlerimi halledebilirsem, memlekete dönerim.
-İyi bakalım, istersen işlerini halledince biraz daha kal İstanbul'u gez.
-Hele bir işlerimi halledeyim de nasip olursa o da olur.
Ahmet, Kırşehir'den İstanbul'a sınavlara girmek için gelmişti. Önce yazılı sınava girecek eğer onu geçerse bu kez sözlü sınavda ter dökecekti. Bu iki sınavda da başarılı olursa hem lisenin son sınıfını İstanbul'da yatılı bir okulda okuyacak hem de üniversite hazırlık kursuna bedava gidecekti. Anne babası onu bu koca şehire büyük hayallerle uğurlamışlardı. Babası, Ahmet'in okuyup büyük adam olmasını, ileride iyi kazanç getirecek bir işte çalışmasını çok istiyordu. Ailesinin tek çocuğuydu. Kasaba yerinde böyle aileler nadirdir ama Ahmet'ten sonra ana babasının başka çocuğu olmamıştı.
İstanbul'da da en yakın akrabası olarak Bahattin Amcası oturuyordu. Ahmet'in ailesi, telefonla arayıp, durumu ona da iletmişlerdi. Otogarda karşılaması için de rica etmişlerdi. O da başım gözüm üstüne diyerek seve seve ricayı kabul etmişti.
Bahattin Amca, taksiciye köşede durmasını söyledi. Taksimetreye baktı, yazan miktarı cebinden çıkarıp taksiciye uzattı. İstanbul'un kenar semtlerinden birine gelmişlerdi. Kapının zilini çaldılar. Kapıyı yengesi açtı. İki oda bir salon küçük ama kullanışlı bir evdi. Akşam yemeği hazırdı. Hemen yemeğe geçildi. Ahmet, utangaç tavırlarla kaşığı ağzına götürüyordu. Kolay değil tabi. Kasabada doğmuş, büyümüş yetişmişti. Birkaç kez şehir merkezi macerası dışında pek kasaba dışına çıkmışlığı da yoktu. Hele ki kocaman bir şehire küçük bir kasabadan gelmek bunun yanında yakinen çok da fazla tanımadığı amcasının evine konuk olmak onda Anadolu insanına has utangaçlığı ortaya çıkarmıştı. Hatice yengesi, Ahmet'e rahat olmasını tembihlediyse de o, evdeki ilk saatlerinde utangaç tavırlarını engelleyemedi. Yemek yenildi, televizyon karşısında muhabbete başlanıldı. Amcası ve yengesi Kırşehir'den, kasabadan, akrabalardan sorular soruyor, Ahmet'de dili döndüğünce bu sorulara cevap vermeye çalışıyordu. Bunun dışında sessizce ve mahrur bir şekilde, iki eli bacakları arasında kanepede oturuyordu.
Uzun bir otobüs yolculuğundan gelmişti. Hatice Yengesi, yatağını hazırladı, yatacağı yeri gösterdi. Ahmet, çantasından pijamalarını alıp üstündekileri çıkardı ve pijamalarını giydi. Amcasına ve yengesi hayırlı geceler diledikten sonra yatağına girdi.
Yataktan yine her zaman ki gibi önce geçen günü düşündü. O hep kasabada gençler, büyükler arasında konuşulan İstanbul demek böyle bir yermiş diye içinden geçirdi. Aklına kasaba geldi. Akşam karanlığıyla birlikte çöken sessizliği, sokaklardaki tanıdık yüzleri, can dostu Muzaffer'i hatırladı. Eve gelirken taksinin camından gözlerini hiç ayırmamıştı ve yolculuk boyunca yol üstünde ne kadar çok insan gördüğünü aklından geçirdi. Birçok soru işareti cevaplanmayı bekliyordu. Yarını düşündü ve öylece uykuya daldı.
...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder